NE UMDUM, NE BULDUM?

   Arkadaşlarla buluşacağımız kafenin önündeydim. Yine çıkmaz sokaktaki o salaş kafede buluşacaktık. Bir kaç masanın ancak sığdığı küçük bir kafeydi burası ama sevimliydi. Kafenin kapısını açınca göz göze geldik onunla. Yüzü güneş gibi parlıyordu. İçimden; “evimin kadını, çocuklarımın anası olacak kız bu kız işte” dedim.  Orada arkadaşlarım dâhil herkesin bana baktığını görünce az önceki cümleyi içimden söylemediğimi fark ettim. Utandım... Kızın da yüzü kızardı ama güldü de. Yeşim’le ilk tanışmamız böyle oldu... 

Gel zaman git zaman biz Yeşim ile kaynaştık. Artık arkadaşlarımdan ayrı da Yeşim ile buluşmak için sık sık bu kafeye gelir oldum. Gün geçtikçe sohbetimiz ilerledi. Aramızdaki sevgi bağı da derinleşince artık ailelerimizi tanıştırmaya karar verdik.

Ailelerimiz tanıştı, kaynaştı derken bir süre sonra adının koyulması adına aileler arasında bir söz yüzüğü taktık. Sözlümün abilerinin ve babasının tam olarak ne iş yaptıklarını bilmiyordum ama hali vakti yerinde insanlardı. 

Ben de askerden geldikten sonra bir kaç yerde çalışmış olmama rağmen bir düzen tutturamamıştım. O anda işsizdim. Bir kaç yere CV bırakmıştım ama daha dönüş olmamıştı. Bunu öğrenen sözlümün babası; “damat, artık sen de aileden sayılırsın. Gel bizim orada çalış, araba da veririm” deyince çok mutlu olmuştum. “Pazartesi gel başla” dedi. İçimden “kedi olalı bir fare tuttun. Galiba bu sefer iyi yere kapak attın, oğlum” dedim. Bu sefer içimden söylemiştim.

Eve geldiğimde içim içime sığmıyordu. Acaba şirkette hangi pozisyonda işe başlatacak? Hangi marka araba verecek? İleride şirketin başına geçer miyim? Bunları düşünürken heyecandan zor uyumuştum. 

Beklenti, insanoğlunun geleceğe dair zanlarıdır.

Sabah olunca jilet gibi takımları üzerime çektim. Ne de olsa enişte olarak kayınpederimi şirketinde utandırmamam gerekiyordu. İlk intiba çok önemliydi. Hemen bir şeyler atıştırıp verdikleri adrese gitmek için yola koyuldum. Adrese gidince bir terslik olduğunu anladım. Ben dışı camdan ışıl ışıl bir plaza beklerken, sanayide kocaman bir arsanın içerisindeki hurdacıyı görünce ilk şoku yaşadım. Sözlümün abileri Hasan ve Hüseyin beni uzaktan görünce el işareti ile gel gel yaptılar. Yanlarına gidince de “ooo hoş geldin damat, gel bakalım” diyerek beni konteynerden bozma eski bir barakanın arka tarafa götürdüler.

Sabah gelirken yolda “araba en kötü Clio olur” diye hayal kuruyordum. Şimdi ise mavi boyalı, tekerleri kabak, “yeter artık bana yük yüklemeyin” der gibi bakan hurdacı arabasını görünce ikinci şoku yaşadım.

Hasan “bağır bakalım damat” deyince ne diyeceğimi bilemedim.

- Anlamadım?

+ Bağır oğlum işte…

 - Ne diye bağıracağım abi?

Hüseyin derin bir nefes alıp “hur daa ciiiyyeehh” diye bağırmaya başlayınca üçüncü şoku yaşadım.

+ Bağırsana damat!

Şener Şen’in Züğürt Ağa filmindeki gibi kısık bir sesle;

- Hurdacı…

+ Cık, olmaz. Daha yüksel.

- Hurdacı…

+ Daha! Daha!

- Hurdacıııı…

+ Ciğerden bağırsana enişte. Bak böyle hurdaaciiiyyyeeaahhh!

- Böyle mi abi? Hurdaacııcciii…

+ Neyse zamanla olur. Sen en iyisi bugün içeride babamla takıl. 

Boynum bükük bir şekilde kayınbabamın yanına doğru giderken… Aklımda binbir türlü sorular… Ben holdingin en üst katındaki odamdan kuşbakışı İstanbul’u seyredeceğimi düşünürken... Şimdi... Bir işim olduğuna sevinememiştim bile...

Bana plazayı düşündüren neydi? Bir işim olmamasına rağmen bulduğum iş beni neden sevindirememişti? Ben niye durup dururken mutsuz olmuştum?

Mutluluk, umduğumuz ile bulduğumuz arasındaki farktır…

İnsanın beklentisi başkasından olunca, beklemediği her sonuçta mutsuz olacaktır. Dış dünyadan beklentimizi ne kadar az olursa, o kadar mutlu ve başarılı oluruz.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi, insanın mutlu ve başarılı olması için stratejiler verir. Mutlu ve başarılı olmak için de “İnsanoğlunun beklentisi dış dünyadan değil, kendi iç dünyasından olmalıdır” der. 

 

Yorum Gönder

Yapılan yorumlar onaylandıktan sonra gözükmektedir.

Daha yeni Daha eski