Dedesinin Bir Tanesi

    Süheyla çok titiz bir kadındı. Zayıf, genellikle yediklerine dikkat ederdi. Kuralları olan emekli biröğretmendi. Evinin düzenli ve tertemiz olması onun için çok önemliydi.  

Bir gün küçük oğulları Okan kucağında bir köpekle çıkageldi: 

- Anneciğim, ben birkaç günlüğüne tatile çıkacağım. Suzi'yi ve eşyalarını size bırakıyorum. Tasması, su ve mama kabı, havlusu, diğer herşeyi koydum. Oyuncaklarını da...

Okan daha önce bu planından bahsetmişti. Süheyla biraz merak ile ama daha çok tedirginlikle karşıladı. Küçük oğluna düşkündü, “Hayır.” diyememişti. Oğlu da ona hediyeler alır, yurtdışına gittiğinde annesini de yanında götürürdü. Onun sayesinde Avrupa'nın tarihi, turistik şehirlerini görme fırsatı bulmuştu. Okan'ın üç tane de kedisi vardı evinde. Otuzlu yaşlarının sonunda, bekar bir erkekti. Bu hayvanların bakımını üstlenmişti ve hepsiyle baş edebiliyordu. Harcamayı severdi Okan, kendisine güzel şeyler alırdı. Bir şeyler alacağı zaman sevdiklerini de unutmazdı. Bu seferki geçici hediyesi de kahverengi, kıvırcık tüylüydü. Boncuk gözlü, sevimli bir hediye olmuştu. Yaşadıkları ilin sıcağında hayvanı yerde serilmiş görünce kıyamadılar. Neredeyse hiç açmadıkları klimalı oda hazırlandı. Sevimli Suzi özenle yukarıya taşındı. 

 

Bir hafta boyunca eşi ile köpeğin peşinde koştular. Aslında evde hayvan beslemeye alışkınlardı. Daha önce zaman içinde altı tane kedileri olmuştu. Hepsi bir yaşına gelince sokağa kaçıp kayıplara karışmışlardı. Biraz üzülüp sonrasında onları unutmuşlardı. Ama köpek bakımı daha farklıydı. Sabah en az yarım saat yürüyüş yapılmalı. Sonrasında kucağa alınıp banyoya götürülüp, patileri yıkanmalı. Akşam olunca sabahki tören yine tekrarlanmalı. Suzi görünüşünün aksine akıllı da bir köpekti. Banyoda yıkama işi bitene kadar bekliyordu. Ondan sonra kendisini odaya atıp tüm vücut silkeleniyordu. En sevdiği şey fırlatılmış oyuncakların peşinden koşmaktı. Misafirlerin de üstüne hopluyor, sürekli sevilmek, okşanmak istiyordu. Ayrı su ve mama kabı hazırlandı. Bazen kuru mama verildi, bazen evin yemeklerinden paylaşıldı.

Okan tatilden döndü ve köpeğini teslim aldı. Süheyla ile eşi tüm halıları çatıya çıkardılar. Tüm halılar tek tek yıkandı ve kurutuldu. Halılar kuruyana kadar ev baştan aşağı silinip süpürüldü. Köpekten eser kalmayacak bir hale getirildi. Ta ki bir sonraki tatile kadar...

Okan yine Suzi ile çıkageldi. Bu sefer anne ve babası daha idmanlı idiler. “Aman olmaz.” demek akıllarına bile gelmemişti. Köpekçik de onları gördüğü için çok mutluydu doğrusu. Onunla ilgilenecek bir insan olsun yeterdi. Sırtını, karnını kaşısın, yürüyüş arkadaşı olsun... Kumsalda tasmasını serbest bıraktıklarında uzaklara kadar koşardı. Sonra tekrar 'dedesine' geri dönerdi. Köpeğin yeni lakabı 'dedoş' olmuştu.

İnsan zamanla her şeye alışıyor...

 

Okan yine bir yurt dışı tatili planlamıştı. Bu sefer dedoşu daha uzun süre emanet etmişti. Yavaş yavaş bu yürüyen paspas daha tatlı gelmeye başlamıştı. Bakışları, davranışları, küçük sakarlıklarıyla sevimli görünüyordu. Sabah akşam yürüyüşler ve yıkama merasimleri devam etti. Birbirleriyle tartıştıklarında, olağan kavgalarını yaptıklarında köpeğe de bakıyorlardı. “Acaba üzüldü mü, etkilendi mi?” diye düşünüyorlardı. “Köpeğin moralini bozdun!” diye birbirlerini suçlar olmuşlardı. Mesela dedoş her yemeği sevmiyordu. Ekmek yememesi gerekiyordu ama dedesi gizli gizli veriyordu. Babaanesinden gizli ekmekle beslemekten keyif alıyordu. Köpek de dedesinin huyunu bilir, gözlerini ona diker, beklerdi. Yemeğini yemediğinde “Hayvan acıktı, niye yemiyor?” diye telaşlanır olmuşlardı. Çok da uslu ve terbiyeliydi doğrusu. Ona ayrıca yumurta haşlanmaya, yemeğin lezzetli kısımları ayrılmaya başlandı. Eve misafir gelince heyecanı yatışsın diye ödül maması alındı. İlk başta onlara değişik gelen kokusuna da alışmışlardı. Yerde uçuşan tüy yumaklarına da aldırmaz olmuşlardı. Üşenmeden tek tek toplayıp atıyorlardı. 

Suzi'ye gösterilen bu ilgi doğrusu Okan'ın da işine geldi. Zaten evde üç kediyle uğraşmak zor oluyordu. Sık gittiği gezilerde köpeği birilerine emanet etmek sorun oluyordu. Anne babasına köpeği kalıcı olarak onlara bırakmak istediğini söyledi. Bunu söylerken hiçbir direnişle karşılaşmadı. Çoktan ailenin özlenen bir üyesi olmuştu zaten. O pasaklı, tüy yumağı artık bir torun gibiydi onlar için. 

 

İnsan bir köpeği evladı yerine koyabiliyor. Ona torunu gibi değer verebiliyor. Saksıdaki bir çiçek bile yeri geliyor çok değerli olabiliyor. Diğer yandan kimi eşler yeterince değer görememekten şikayet edebiliyor.  Bazı anne babalar evlatlarının onlara değer vermemesinden dert yanıyor. Peki bir köpeğin bu denli değer görmesini ne sağlıyor? Değer görebilen eşler bu değeri nasıl hak ediyor? İnsan bazı değerler için kendi hayatını nasıl feda ediyor? İnsan birisine canını feda edebiliyor?

 

Peki ama neden sever ve seviliriz? Kime ve neden değer veririz? İlişkilerin de bir matematiği var mıdır?

İnsan bir şeye bedel ödedikçe zamanla onunla ilgili düşünceleri değişir. Başta sevmediği bir şey zamanla onun için vazgeçilmez olabilir.  Bu bazen bir insan, bazen bir bitki, bazen de bir hayvan olabilir. İnsan bir şeye bedel ödedikçe o şey, insan için anlam kazanır. O nedenle neye bedel ödediğimiz önemlidir. Bir süre sonra vazgeçilmeziniz olabilir.

 

Yorum Gönder

Yapılan yorumlar onaylandıktan sonra gözükmektedir.

Daha yeni Daha eski