Anne Yadigarı

    Karanlık bir odada elinde telefonla videolara bakıyordu. Odadaki tek parlayan şey, telefon ekranındaki yüzüne yansıyan ışıktı. O yoğun ışıklardan hüzünlü olduğu belli oluyordu. Bazen hüzünlü bir gülümseme, bazende gözünden akan bir damla… Bunları fark etmek için dikkatli bakmaya gerek bile yoktu. Ama odasında bunlara şahit olacak hiç kimse yoktu.



Annesi, ablası ve ağabeyleri uzak farklı şehirlerde yaşıyorlardı. Bülent’in ailesinden ilk gerçek kopuşu, İstanbul’da üniversiteyi kazanması olmuştu. İşini de İstanbul’da ayarlayınca, tamamen uzak kalmışlardı. Memlekete sadece bayramlarda ve yıllık izinlerinde gidebiliyordu.

Annesi ahirete göç edeli üç yıl olmuştu. Söylerken, dile ne kadar da kolay geliyordu üç yıl… Ama onsuz yaşarken o kadar da kolay geçmiş değildi. O üç yılın her boşluğunda annesiyle yaşadığı anılar gelirdi. İyisiyle kötüsüyle ne günler geçirmişlerdi. Bu anlarda, tüm anneler için oğulları hep başka sanırdı. “İnsan, elindekinin değerini kaybetmeden anlayabilse…” diye düşündü.

Arkadaşlarıyla sohbet ederken, annesiyle olan anılarını anlatmayı severdi. Anlattıkça arkadaşlarının o hüzünlü bakışlarından şunu anlamıştı. Her anne oğul ilişkisi farklıydı. Aslında her ilişki özelinde farklıydı. Anne baba arasındaki, baba kız arasındaki… Kardeşler ya da arkadaşlar arasındaki… Bunun böyle olması da çok doğaldı. Çünkü beş parmağın beşide bir değildir. Hepsinin bir karakteri ve bir mizacı vardır. Aynı parmak gibi ilişkilerinde bir mizacı vardı. Peki, bu ilişkilerin iyi olmasını sağlayan neydi?

Aynı amaç ve yön, ihtiyaç giderme, sevgi ve saygı… Bunları saydıkça annesine olan hayranlığı bir kez daha artmıştı. Annesi o ailenin hem sevgi yumağı hem de birleştireniydi. Sabah namazı vakti herkesi annesi sevgiyle uyandırırdı. Hep birlikte namaz kılarlar ve dua ederlerdi. Herkes sessizce dua ederken, annesi yüksek sesle “Hepsine aminnn.” derdi. Ne istediklerini bilmez ama samimiydi. İçten ve yüksek sesle bir “Amin.”  Her gün “Anne ya ne istedik biliyor musun da amin diyorsun? Belki…” diye uzayan listeler… Bu liste eşliğinde şen kahkahalar, sohbeti derinleştirirdi. Her gün yapılan dualarla ilgili anlatacak bir şey bulurdu. Sonra konuyu yaratıcıya ve onun özelliklerine bağlardı.

O anlatılanlar işte Bülent’in bu günlerini şekillendirmişti. Çok sevinip üzülünce veya bunalınca annesinin anlattıkları kulağında yankılanırdı. Sadece anlatarak değil, davranışlarıyla de örnek olurdu. Ne zaman üzülse, öfkelense, kırılsa, sevindiren bir haber duysa… Annesi hep aynı tepkiyi verirdi. Tüm aileye de onu tavsiye ederdi. “Hadi git bir yüzünü yıka. Abdestini al gel de şükür namazını kıl bakalım.” derdi. Sevinince şükretmek tamam da, ya üzüldüğünde? Kırıldığında neden şükür namazı kılardı ki insan? İşte o zamanlar konunun derinliğini ve annesini anlayamamıştı. Annesi neden böyle bir şey yapıyordu?

Şimdi annesinin yokluğunu bu kadar hissetmesinin sebebi neydi? Belki de öğrendiği gerçeklerden uzaklaşmasıydı. Birinin ona unuttuklarını hatırlatması gerekiyordu demek ki. Onun gibi anne, arkadaş, eş bulmak öyle zor ki…

Peki, problem etrafta onun gibi insanların olmaması mı? Yoksa kendisinin annesi gibi olmayışı mı? Ya da annesinin öğrettiği gerçeklerden uzaklaşması mı? Yani hayatın gerçek olan gerçeklerinden. Bu ve benzeri sorular kafasında döndü durdu. Annesi derdi ki; “Bugün zor olan, yarın daha zor olur. Erteleme oğlum.” Soruları ve cevapları düşünmeye başladı. Derinlere dalınca da “Hadi kalk!” dedi kendi kendine. “Hadi git bir yüzünü yıka. Abdestini al gel de şükür namazını kıl bakalım.” Annesi olmayabilirdi ama fikirleri öğrettikleri hala onunlaydı. Şimdi anlamıştı bu şükür namazı neden kılınıyordu…

Problem cevap bekleyen sorudur…

İnsanoğlu problemlerini çözemediğinde, görmezlikten gelmeyi tercih eder. Zanneder ki çözülmemiş problemler bir süre sonra unutulur gider. İnsanın umduğuysa problemin kendi kendine çözüme kavuşması.  Oysa hiç bir problemkendi kendine çözülmez. Her cevaplanmamış soru bizim tarafımızdan çözülmeyi bekler. Çözülmedikçe de üzerimize çığ gibi gelmeye başlar. Çoğu zaman insan bunu fark ettiğinde, iş işten geçmiş olabiliyor. Birçoğumuzsa bunun farkında olmadan yaşarız.

Bülent namazını bitirince aldı eline kalemi, başladı yazmaya. Niyet etti önce problemleri sonra da çözümlerini bulmaya…

Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; “Doğru şekilde çözülemeyen her sorun, bir fazlasıyla yeniden gelir.

Yorum Gönder

Yapılan yorumlar onaylandıktan sonra gözükmektedir.

Daha yeni Daha eski