Aşırılık


Elinde paspas, önünde temizlik kovası… Bir apartmanın temizliği ile meşguldü Songül Hanım. Her gün olduğu gibi…




Durmadan çalan telefonundan dolayı işini yapmakta zorlanıyordu. Arayan, lise öğrencisi kızı Aysun idi. “Hadi Anne, ne zaman geleceksin? Evde yemek yok, çok canım sıkılıyor, tıkıldım kaldım burada” diyordu.

Arkadaşları Aysun’u gezmeye çağırmıştı. Fakat dün annesinden aldığı haftalık harçlığı aynı gün bitirmişti. Annesinden tekrardan harçlık alması gerekiyordu. Nasılsa kırmaz, kıyamaz, verirdi annesi. Çocuklarına çok düşkündü Songül. Her isteklerini yerine getirmeye çalışırdı. “Ben çok çektim, onlar konforlu bir hayat yaşasın” derdi. Hatta onların yapmaları gereken sorumlulukları dahi vazife bilir ve kendi üstlenirdi.

Songül hanım çok çalışkan bir kadındı. İşini hızlıca bitirmeye çalıştı. Hayatı çalışmakla geçmişti. Sadece kendi işini değil, başkalarının işlerini de yapardı. Çevresindeki insanlar Songül hanımın bu yönünü genelde kullanırdı. Üzerinde yılların verdiği yorgunluk ve hüzün vardı. Çalışmaktan bükülmüş beline rağmen, masmavi gözleri, hala hayat dolu bakışları vardı. İşini bitirdi. Evine geldi ve kızına harçlık verip gönderdi. Sadece kendi kızı için böyle değildi. İlişki halinde olduğu tüm insanların yardımına koşardı. Herkesin ihtiyacını gidermeye çalışırdı. Ancak kıymeti bilinmez, kimse hak ettiği değeri vermezdi ona.

Uzun yıllar mahalle bakkallığı yapmışlardı. Kocası alkol bağımlısıydı ve vaktinin çoğunu kumar oynamakla geçirirdi. Hal böyle olunca bakkalın tüm işi Songül hanıma kalırdı. Mahalledeki tüm evsizler, yaşlılar, muhtaç kişiler gelir onu bulurdu. O da hiçbirini geri çevirmeden yardım ederdi.

Yatalak bir kayınpederi vardı. Yıllarca hiç erinmeden ona bakmıştı. Kendi özoğlu hiç ilgilenmezdi babasıyla. Ancak Songül Hanım sanki öz babası gibi onunla ilgilenmişti. Zamanla işler kötüleşmiş, bakkal dükkanı iflas etmişti. Zaten artık şiddet de uygulayan eşinden birkaç yıl önce ayrılmıştı.

Songül Hanım insanlardaki duyarsızlığa bir türlü anlam veremiyordu. “Çevremdekilere hep iyilik yaptım ama karşılığında genelde nankörlük gördüm” derdi. Bu devirde iyiliğin karşılığı demek ki buymuş diye düşünürdü.

Songül Hanım’ın Aysun dışında 2 evladı daha vardı. İkisi de evliydi ve başka şehirlerde yaşıyorlardı. Ancak annelerini hiç arayıp sormazlar, ziyaretine dahi gelmezlerdi. Ancak bayramdan bayrama fırsat bulduklarında ararlardı annelerini. Halbuki Songül Hanım ne zor şartlarda büyütmüştü onları. Yine de kızamıyordu onlara. Olsun, yeter ki canları sağ olsun deyip geçiştiriyordu. Hayatındaki insanlara iyilikten başka bir şey verme amacı yoktu onun. Ama, nedense kendisi hiç değer göremiyordu.

Sitede temizlik görevlisi olarak işe başlayan Semra’nın dikkatini çekmişti Songül. Diğer temizlikçilerin sorumlu olduğu alanlara da hep el atardı. Kimse yardım talep etmese dahi kendi işini hızlıca bitirirdi. Ve diğer personelin mıntıkalarına yardıma koşardı. İş arkadaşları da “nasılsa Songül halleder” der ve birçok ortak alanın temizliğini ona yaptırırlardı.

Ailesinde de hep böyle olmuştu. Yıllarca kocasının tüm sorumluluğunu üstlenmişti. Bir yandan evi geçindirmek için çabalamıştı. Diğer yandansa çocuklarına babalık yapmıştı. Songül, yeni iş arkadaşı ile dertleşmeyi seviyordu. Biten evliliğini, alkolik kocasını, yatalak kayınpederini, ona hiç kıymet vermeyen çocuklarını bir bir anlatmıştı. Hayatına giren insanların nankörlüğünden şikayet etti. “Talihsizliğimden, hep kadir kıymet bilmeyen insanlara denk geldim” dedi

Semra arkadaşını dinlerken, bir süredir gittiği eğitimlerden bazı cümleler beyninde dönüyordu. Songül, “neyse, demek ki bizim payımıza da değer bilmeyen insanlar düştü” diyerek konuyu kapatacaktı. Ancak o anda Semra’nın bir sorusu Songül’ün dikkatini çekti…

Acaba hayatımıza giren insanları, değer bilmez, kıymet bilmez hatta zalim bir insana dönüştüren biz olabilir miyiz?”

Songül’ün iyilik, fedakârlık diye tanımladığı şeyler nasıl olurdu da insanların ona karşı nankör olmasına sebep olabilirdi. Hayatı insanlara yardım etmekten ibaret olan Songül derin düşüncelere daldı. “Gerçekten bu yaşadıklarımın tüm sebebi ben olabilir miyim” sorusu zihninde sürekli dönüyordu.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki;

Haddinden fazla bedel ödediğimiz kişiler bize karşı zamanla nankörleşir, hatta zâlimleşir. Aynı zamanda biz de o kişilere düşkün ve bağımlı hale geliriz.”

“İnsan hayatta kendi değerini kendisi belirler. İnsan, oluşturduğu sebeplerin sonuçlarını yaşar. Ve bu sonuçlar aslında hiç de sürpriz değildir.”

“Hayatta her şey olmadan önce işaretlerini gönderir, bizi uyarır. Bazı insanlar bu işaretleri görür ve öngörü sahibi olur. Bazı insanlar ise göremez, belki de görmek istemez…

Peki, Songül’ün hayatında bu işaretler gelmiş miydi? Gelmiş ise neden görememişti? Ya da görmek mi istememişti?



 

5 Yorumlar

Yapılan yorumlar onaylandıktan sonra gözükmektedir.

  1. İnsan hayatta kendi değerini kendisi belirler
    İnsanlardan değer beklerken kendimiz ne yaptığımıza bakmamız lazım

    YanıtlaSil
  2. İnsanın kendi dışında baskalarini düşünüp ihtiyaçlarını gidermesi çok güzel ama en yakınını da olsa belli sınırlar içinde bunu gerçekleştirmesi en doğrusu olsa gerek..

    YanıtlaSil
  3. Miktarda aşılılaştığımız her şeyi aslında bozduğumuzu öğrenmek, hayatımızdaki kıvamı yakalamak için ne kadar kıymetli...
    Bu güzel yazı için teşekkür ederiz🌸

    YanıtlaSil
  4. “Acaba hayatımıza giren insanları, değer bilmez, kıymet bilmez hatta zalim bir insana dönüştüren biz olabilir miyiz?”

    Aşırıktaki insanın kendi zalimi oluşturup şikayet etmesi çok acı

    YanıtlaSil
  5. Ahhhh insan bütün ilişkilerine dengeyle başladığı halde dengeyi bozan…

    YanıtlaSil
Daha yeni Daha eski