Atakan; uzun boylu, sarışın, yakışıklı ve havalı bir gençti. Zengin olmasına rağmen devlet okuluna gidiyordu. Parası ve fiziksel özellikleri ile bulunduğu ortama ait değildi. Diğerlerinden bir iki kademe üstünde bir hayatı vardı. Kızlar peşinde koşuyor, maddi olarak da güçlüydü. Bu yüzden ortamlarda da sözü geçiyordu. Bu sene lise sona gidiyordu. Sınıfın bir yarısı üniversiteye hazırlanıyordu. Diğer yarısı da üniversiteyi zaten kazanamayacağını düşünüyorlardı. O sebeple ders çalışma gereği görmüyorlardı. Okul çıkışlarında kafelere gidiyorlar… Hafta sonları sinemalar ve çeşitli eğlence merkezleri...
Bütün bu şatafatlı hayatın içinde bir şeyler yanlış gidiyordu. İçinde anlamlandıramadığı bir sıkıntı vardı. Eğleniyor muydu? Evet, hayattan zevk alıyor muydu? Evet… Her şeye rağmen bir şeyler eksikti. Parası, yakışıklılığı, itibarı, bir sürü arkadaş vardı. Eğleniyordu, gelecek kaygısı yok ama bir sıkıntı vardı. Bunca olan imkânının içinde keyif yoktu.
Hafta sonu yine gecelere kadar eğlenilerek geçirilmişti. Bütün sinir, stres ne varsa atılmıştı. Ancak Atakan’ın içinde garip bir rahatsızlık vardı. Bu durum da artık Atakan'a dert olmaya başlamıştı. İlk derse giren Atakan'ın kafası yerinde değildi. Öğretmen sınıfta ders anlatıyordu ama Atakan öğretmenini hiç duymuyordu. Zihninde onu rahatsız eden şeyin ne olduğunu bulmaya çalışıyordu. Teneffüs zili çaldı ve arkadaşları yanına geldi. Sohbet etmeye başladılar ama Atakan onları da duymuyordu. İşin gerçeği, Atakan mutlu değildi. Onu mutluluktan uzaklaştıran şeyin ne olduğunu da bulamıyordu. İlk dört ders böyle geçti, sonra öğlen molası oldu. Atakan kalabalık arkadaş ortamından sıkılmıştı.
Yalnız kalmak için okulun bahçesine inmiş, aklında hayatı sorguluyordu. Bir bankta tek başına oturmuş, diğer öğrencileri analiz ediyordu. Gözü az ileride oturan Elif'e takıldı. Zayıf, kara kuru ama güler yüzlü bir kızdı. Elif, başka bir bankta arkadaşı ile oturuyordu. Evden getirdiği çok belli olan tostunu yiyordu. Atakan, onun kocaman, kendisi gibi kapkara olan gözlerine takılmıştı. Kendisi gibi gözleri de gülüyordu, Elif'in. Ders zili çaldı, herkes sınıflara girdi.
Atakan için bu hafta böyle, ite kaka geçti. Yine hafta sonu, yine öğlene kadar uyku. Yine gecelere kadar süren eğlence...Her hafta sonu farklı kişilerle, farklı mekanlarda eğleniyordu. Kendince derdine bir çare bulmaya çalışıyordu. Pazartesi okula geldi ama yine mutsuzdu. Ne oluyordu böyle, hiç anlaşılabilir değildi. Problemin ne olduğunu bir türlü çözemiyordu. Bir haftadır analiz yapıyordu ama yine mutsuzdu. Gerçek problemin ne olduğunu bulamıyordu ki gerçek çözümü bulabilsin. Derse girmek bir türlü istemiyordu. O da okulda olmasına rağmen derse girmedi. Öğlen olunca Atakan’ın gözü yine Elif'e takıldı. Aynı bankta oturmuş, yine aynı tostu yiyordu. Çok da güzel değildi ama neşesi yerindeydi. Her halinden mutlu olduğu belliydi. Birkaç kişiye sordu, hakkında bilgi topladı. Topladığı bilgilerin hepsi ona göre mutsuzluk alametiydi. Fakat kız her şeye rağmen çok mutluydu. Para ve itibar yoktu, üstelik babası da hastaydı. Dört çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğuydu. Ayrıca oturdukları ev de açık mutfaklı iki artı birdi. Ona göre bu insanların, bu eve sığması bile imkansızdı. Atakan, lüks villada oturan bir ailenin tek çocuğuydu. Elif bu evde, nasıl mutlu olabilirdi ki?
Bankta tek başına oturup tostunu yiyen Elif'in yanına gitti. Tanışmak istediğini söyledi ve kendini tanıttı. Atakan, okulda çok ünlü olduğu için herkes tarafından tanınıyordu. Elif, onu tanıdığını söyledi ve benim adım da ''Elif'', dedi.
- Atakan: Okul çıkışında beraber kafeye gidelim mi?
Belki de okuldaki kızların birçoğunun, “evet” diyeceği teklife;
- Elif: Gelemem. Hem bana yakışmaz hem de evde yapılacak birçok işim var.
Atakan şok olmuştu, hayatında ilk kez reddedildi. Aslında amacı Elif'le flört etmek değildi. Hayatta daha önemli sorunları vardı ve bunları çözmeye çalışıyordu.
Elif uzaklaşırken, arkasından baka kaldı. Yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. İçindeki sıkıntının da bir nebze azaldığını fark etti. “Doğru yoldasın Atakan” dedi, kendi kendine. Sabah uyandığında okula gitmeden önce kendine bir tost yaptı. Onu, Elif'in yaptığı gibi bir kâğıda sardı. Sonra da bir poşete koydu ve okula geldi. Öğlen molasında Elif'i yine buldu. Elif de kendine soğuk sandviç yapmış, onu yiyordu. Elif'in oturduğu banka oturdu, poşetin içinden tostunu çıkardı. Isırmaya başladı, hiç konuşmuyorlardı ama birbirlerine çok şey anlatıyorlardı. On dakika sonra Elif'in sandviçi bitti ve banktan kalktı. Atakan'ın yine yüzünde bir gülümseme belirdi, Elifin arkasından bakıyordu.
Atakan bu kadar imkânın içinde bulamadığını, Elif'in imkansızlığında bulmuştu. Bu durum kendisine çok garip geldi. İçinde bulunduğu durum, kendisine daha ilginç gelmeye başlamıştı. Elif'i daha yakından tanıması lazımdı. Kendince, aslında mutlu olmanın yolunu bulmuştu. Yol şuydu; ''Mutlu olanlar ne yapıyorsa sen de yap. Mutlu olmayanlar ne yapıyorsa sen yapma”. “Hafta sonları artık gecelere kadar eğlence yok” dedi, kendi kendine. Peki, şimdi ne yapması gerekiyordu? Mutlu olmayanların ne yaptığını zaten kendinden biliyordu. Esas önemli olan şey, mutlu olanlar ne yapıyor? Atakan içinden, “analizine devam!” dedi. Sonra sınıfında üniversiteye hazırlanmak için ders çalışanlara baktı. Onların, daha mutlu olduklarını gördü. Sonra mahalledeki arkadaşlarına, eş dost ve akrabalarına baktı. Kim bir şeyler üretiyorsa mutlu olduğunu gördü. Hayatta para harcayarak, eğlenerek mutlu olunmuyordu. Bir şeyleri başararak, üreterek, çalışarak mutlu olunuyordu. Ona doğuştan verilen imkanların aslında mutluluk getirmediğini anladı. Aksine mutlu olma imkanını elinden aldığı çıkarımını yaptı.
Kendi kendine: ''Bekle Hayat Atakan Geliyor!'' dedi.