Soğuk bir kış günü akşamıydı. Yılın son günüydü ve okullara ara verilmişti. Tatili fırsat bilen Melih, heyecanla babasını bekliyordu. Annesi kuzineli sobayı gümbür gümbür yakmıştı. Sobanın üstündeki bakırdan güğüm sıcaklığın etkisiyle ses çıkarıyordu. Annesi ise çoktan mutfağa geçmiş, yemek yapmaya başlamıştı. Mutfaktan gelen yemek kokuları, ortamın havası… Zaten aç olan Melih’in karnını daha da acıktırmıştı.
Melih, babasının gelmesini dört gözle bekliyordu. Zilin çalmasıyla, kapıya fırlaması bir olmuştu. Kapıyı açar açmaz babasını kucağına zıpladı. “Oleyyy, baba yarın okullar tatil. Bende yarın seninle pazara geleceğim.” deyip sarıldı. Babası geçimlerini pazarda sebze satarak sağlıyordu. Melih, ona sarıldığında gün içinde yediği soğuğu yanağında hissetmişti. Nihayet çok geçmeden yemekte hazırlanmıştı. Melihte babasının ayağına yapışıp; “Ne olur baba, pazara yarın benide al.” diyordu. Annelerin üstün özelliklerinden biri de çocuklarını duymalarıdır. Melih’in annesi de taa mutfaktan onlara kulak kabartmıştı. Haliyle konuya müdahale etmeden de duramadı. “Oğlum babanı rahat bırak, yemeğini yesin. Sonra devam edersin…” deyip geçiştirdi.
Yemekten sonra sobanın da etkisiyle babasının yüzü kıpkırmızı kızarmıştı. Çay da bir yandan sobanın üstünde demleniyordu. Diğer yandan pıt pıt mısırların sesi ve kokusu gelmeye başlamıştı. Annesi direkt konuya atladı; “Ne işin var senin pazarda! Bu soğukta üşütüp hasta olacaksın… Sende normal çocuklar gibi tatilini yap. Hem baban gece erken gidiyor. Sen o saatte kalkamazsın, başka zaman gidersin.” deyip konuyu kapattı. Melih kaçamak bakışlarla babasına bakıyordu. Babasını yüzünde adeta “Son sözü annen söyler.” ifadesi vardı.
Melih, babasıyla pazara gitmeyi kafaya koymuştu. Gecenin en karanlık saati olması, soğuk hava umrunda değildi. Bu yüzden o gece uyuyamamıştı. Hatta akşamdan giyinip öyle yatmıştı. Babası kapıdan çıkarken koşarak arabaya bindi. Ön koltuğa oturmuş, annesinin bağırmalarını duymazdan geliyordu. Annesi; “Çocuğu hasta edeceksin, alma yanına.” diye babasına söyleniyordu.
Babası Melih’e dönüp; “Tamam şikayet etmeyeceksen, benimle gelebilirsin.” diyerek arabaya bindi. Melih, babasını onaylarcasına başını sallıyordu. Bu şekilde baba oğul yola koyuldular. Babası yolda işlerin zorluklarından bahsetmeye başlamıştı. “Oğlum gecenin bu saatinde hale gitmeliyiz. Çünkü erken gelen kamyonlardan kaliteli malları seçmek gerekir. Bu işin ilk kuralı budur. En kaliteli malları erken gelenler alır.”
Baba oğul halde dolaşırken laf atanlar oldu… “Ooo İsmet abi, bakıyorum çocuğu yetiştiriyorsun. Sırtın yere gelmez bu saatten sonra maşaALLAH. Bizim çocuklara kıyamadık, küçükken kaldırmadık… Şimdi de işi beğendiripte getiremiyorum.” “Aferin evlat, erken yaşta erken kalkmayı öğren. Sonra uyanmakta, bağırmakta zor gelir.” deyip nasihat verenler de oldu.
Seçtikleri malları arabaya yükleyip pazarın yolunu tuttular. Pazar yerine geldiklerinde henüz kimseler yoktu. Tez elden tezgahı kurmaya başladılar. Sabah ayazı üzerlerine vurmaya başlamıştı bile. Melih çok şikayet etmek istiyordu. Ama babasına verdiği sözü anımsıyor ve susuyordu.
Babası itina ile sebzeleri yıkamaya başladı. “Gel sende bir yandan diz bakalım.” dedi. Melih çalıştıkça üşüdüğünü unutur hale geldi. Diğer pazarcılarda gelmeye başladıkça ortam daha da ısınıyordu. Etrafta kargaşa ile beraber telaş vardı. Birbirlerine bağırıp tartışanlar, el birliği ile tezgahlarını kuranlar… Melih ve babası çok rahattı. Tezgahlarını kurmuş dizme işlemine geçmişlerdi. Sabah müşterileri tek tük gelmeye başlamıştı bile. Geç kalmış lokantacılar pazarın ilk müşterileri olurdu. Onlarda malzeme ihtiyaçlarını pazardan tedarik ediyorlardı. En taze sebzelere ulaşabilmekten çok memnunlardı.
Sabah erken gelmenin bereketi bir başkaydı. Bir yandan tezgah dizip bir yandan satış yapıyorlardı. Soğuğu ve üşümeyi çoktan unutmuşlardı. Pazarın hareketi ve bereketi bir başkaydı. Devamlı gelen müşterilerin memnuniyeti pazarcıları motive ediyordu. Baba oğulun malları akşam olmaya yakın tükenmişti. İşlerini erken bitirmiş, tezgahlarını topluyorlardı. Nihayetinde pazar yerinden ilk ayrılan oldular.
Melih için çok keyifli bir gün olmuştu. Babasıyla beraber zor şartlarda başlayan işler… Sonrasında adeta su gibi akıp gitmişti.
Eve dönüş yolunda Melih babasına sordu;
Baba ve oğul nihayet eve dönmüşlerdi. Anneleri onların gelmeden sobayı yakmıştı. Melih hemen sobanın yanına büzüşmüştü. Sıcaklığında etkisiyle yemek yemeden uyuya kalmıştı. Hayal meyal annesinin sesini hatırlıyordu; “Hadi oğlum çabuk yatağına yat.” diye söyleniyordu.
İnsan zihni kıyasla çalışır.
Melihte babası ve diğer pazarcılar arasında ki detayı görmüştü. Ve babasından güne er başlamanın önemini öğrenmişti.
Melih sabah uyandığımda hala önceki günün etkisindeydi. Sanki rüya gibi gelip geçmişti. Onun için unutulmaz bir deneyim olmuştu. Yoğun çaba ve uğraş dolu bir gündü...
İnsanın yaptığı iş ne olursa olsun, bedeline razı gelmeli. Kaliteli işler daha fazla bedel, özveri ve zamanı ister.
Deneyimsel Öğreti der ki; kaliteli bir iş için bedel ödemek gerekir. Bedel ise yaptıklarınla birlikte vazgeçtiğin şeylerin toplamıdır.