Ahmet amca saçı sakalı pamuk gibi, tatlı bir amcaydı. Diğer esnaflar “pamuk dede“ diye seslenirlerdi. Esnaf da Ahmet amcayı pek sever, aynı zamanda çok da saygı duyarlardı. İlk gördüğümde hemen içim ısınmıştı ona. Ahmet amcanın küçük, gösterişsiz ama düzenli bir dükkânı vardı. Dükkânın adı tam da Ahmet amcaya yakışır türdendi. “Pamuk Dedenin Pabuçları.” Bu isim Ahmet amcanın torununun fikriydi. Ahmet amca torununu bir başka severdi. İsmi ilk başta garipsemiş olsa da torunu için kabul etmişti. Sonrasında bu isim Ahmet amcanın da hoşuna gitti.
Ahmet amca ile tanışmamıza babam vesile olmuştu. Okulum yarıyıl tatiline girince babam beni hep arkadaşlarının, dostlarının yanına çırak olarak verirdi. Böylelikle iş hayatı ve yaşam mücadelesine yavaş yavaş alışmamı sağlıyordu. O yaz da Ahmet amcanın ayakkabı dükkânına çırak olarak verdi. Onun dükkânı pasajın iç tarafında sote bir köşedeydi. Dükkânın konumu iyi bir yerde olmamasına rağmen Ahmet amcanın dükkânında müşteri hiç eksik olmazdı. Gelen insanlar da sanki kırk yıllık ahbabıymış gibi severdi Ahmet amcayı.
İş olsun olmasın, Ahmet amca iş yerini herkesten önce açardı. Müşteri olmasa bile dükkânı açar, temizlik yapar, malları sayar, rafları düzenlerdi. Devamlı dükkânla ilgilenirdi. “Usta. Kimse yok zaten otursana” dediğimizde “ben bu işi yaparken dinleniyorum zaten. Yapmazsam, oturursam yorulurum” derdi.
Dükkâna ilk babamla geldiğimde “bu kuytuda kalan dükkânı müşteriler nereden biliyor? Biz bile ilk geldiğimizde zor bulduk” diye düşünürken o esnada bir çift ile küçük kızları içeri girdi.
“Hayırlı işler… Kızımıza bir bot almak istiyoruz” dediler. Ahmet amca “Buyurun, hoş geldiniz, hava soğuk bir şey içer misiniz?” diyerek karşılık verdi. “Çay alalım” dediler. Diğer çırağa seslendi Ahmet amca; “Hasan evladım! Hanımefendi ve Beyefendiye çay, küçük kızımıza da şöyle dumanı üstünde mis gibi bir ıhlamur kap gel bakalım” dedi.
“Nasıl bir şey bakmıştınız?” “Okulda giyecek bir bot bakıyoruz” dediler. Küçük kız bir anda rafların arkasından “bunu istiyorum” diyerek elinde botla geldi. Anne babası da “Aferin sana. Ne güzel bot beğenmişsin. Giy bakalım kızım” dediler. Bot kızın ayağına olmuştu fakat bir hayli ağırdı. Minik kızın küçücük bacakları o botu kaldırmaya zorlanıyordu. Anne babası bunu fark etmediler.
Ahmet amca yılların verdiği tecrübe ile bunu fark etmiş olacak ki; “kızımıza botlar çok yakıştı efendim fakat bu botlarımız ağırdır. Kızımız bu botlarla okula gidip gelirken yorulur” dedi. “Ayrıca kızımız daha küçük olduğu için ayakları çabuk büyüyecek. Sadece bir kış giyebileceği ve taşımakta zorlanacağı bir bota bu kadar para vermeniz beni vicdanı olarak rahatsız eder” dedi.
Her kayıp kayıp değil, her kazanç da kazanç değildir.
“Siz çaylarınızı bitirin de ben sizi karşı komşum olan Mehmet beyin dükkânına götüreyim. Tam kızımıza uygun hafif ve tabanı ortopedik botlar satıyor. Fiyatları da bizimkilere göre daha uygun. Kızımızın daha hoşuna gidecek, beğeneceği renkli modelleri de var.“
Kadın ile adam şaşkın bir şekilde birbirlerine baktılar. Daha önce böyle bir şeyle karşılaşmadıkları yüz ifadelerinden belliydi. Bir süre sessizlik oldu dükkânda. Sessizliği genç adam bozdu. “Siz bize bu botu satarak hiçbir şey söylemeden bizi uğurlayabilirdiniz dükkândan. Fakat bizim ihtiyacımızın ne olduğunu biz fark etmeden siz fark ettiniz ve ihtiyacımıza göre bizi yönlendiriyorsunuz. Öncelikle teşekkür ederiz ama neden böyle bir şey yaptınız?” Emektar kunduracı Ahmet amcanın ağzından o güzel sözler döküldü. “Bu hayatta kazanmak için bazen de kaybetmek gerekir.”
İhtiyaç görenin ihtiyacı görülür bu hayatta.
Ahmet amcanın dükkânının bu kadar sote bir yerde olmasına rağmen insanların burayı nasıl bulduklarını şimdi daha iyi anlıyordum. Muhtemelen birilerinin tavsiyesi ile buraya geliyorlardı. Kendi menfaatinden ziyade insanların ihtiyaçlarına yönelik bir satış yapıyordu. Bununla ilgili de diğer esnaflardan “ya Ahmet amca senin gibi esnaf kaldı mı? O işler eskidendi. Artık ekmek aslanın ağzında” diye de içten içe söyleniyorlardı. Ahmet amca “evladım biz büyüklerimizden böyle gördük, çok şükür evde çorba kaynıyor” der ve geçiştirirdi.
Belki dışarıdan bakınca Ahmet amca anda kaybediyor gibi görünüyordu ama toplamda gelen insanların ihtiyacını gördüğü için insanlar da onu tercih diyordu. Ürün alsınlar veya almasınlar biliyorlardı ki istediğimiz şey Ahmet amcada olmasa bile bizi ihtiyacımız olan yere yönlendirir. Anlık kendi ihtiyaçları ve menfaati değil de toplamda herkesin işini görecek bir strateji ile bizleri karşılar. Demek ki Ahmet amcanın sevilmesinin sebebi buydu ve dükkânın bereketi buradan geliyordu...
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki;
Kendiniz ve insanlar için anda değil toplamda fayda her zaman daha iyi bir stratejidir.